DERSİMDEKİ SÜRESİZ AÇLIK GREVİ DİRENİŞİNİN 44.GÜNÜ
Birkaç kez uyanmanın dışında, rüzgâra asılı çadırımızın mavi renkli tentesiyle göz göze gelerek uyanıyoruz. İnsan ruhunun sınırsız özgürlüğünü temsil eden bu renk, bütünleşiyor direniş eylemimizle.
Gazeteler geliyor. Manşetlerden köşe yazılarına taşınan ırkçılık söylemleri sayfa sayfa. Yoksul halk çocuğu askerlerin ölümüne fırsatçı akbabalar gibi saldırıyorlar. Sırça köşklerinde oturup, yüksek maaşlarının tokluğu ile diğer yoksul halk çocuklarını saldırganlaştırmak için yarışıyorlar. Eğer bizim memed unutulacağı kesin kısa zaman aralığında ölmezse; halkları gasp edilmiş bir hayatta tutunmaya çalışacak. Magazinsel bir eş, arkadaş, sevgiliyi sık sık değiştirmeyeceği için, en büyük aşkım deyip küçücük heyecanların ilk göz temaslarıyla evlenebilirse, evlenecek. Muhtemelen sendikasız, sigortasız, güvencesiz, ölümün kaza taşeronunda işe başlayacak. Gençliğin verdiği güven, “borç yiğidin kamçısıdır” egemen atasözüne de inanarak, hep borçları için çalışacak. En yüksek makamdan üç çocuktan aşağı çocuk sahibi olmayın propaganda saldırısına uğramıştır ki memed, aynada kendini tanıyamayacaktır bir süre sonra. Çocukluğunun uğradığı şiddeti, çocuklarından, annesininkini karısından çıkarmaya başlamıştır. Bencil bireyin ruhundaki tahribata karşı koyamaz ki bencillik ona kapitalizmin en büyük saldırısı olarak işlenmiştir. Kimisi şiddetle geçen gençliğinden ötürü tetikçi, maşa olması kaçınılmazsa döner birde eşine 17 bıçak, 4 mermi, çocuklarını boğmakla sonlandırır yaşamları. Kendisine dayatılan açmazları açamayan memed işten atılır, tersahanede düşer veya yanar. Diyelim ki bu kötü senaryoların hiç biri olmadı; hayatın anlamını farkına bile varamadan her canlı gibi ölümü tadar sessiz, sedasız yitip gider. Demagoglar mı? Onlar gibi satılıklar kendi ülkelerini pazarlamakla, elleri çak yapanların kapı arkalarında nelerin satıldığını gizlemekle meşguldür köşelerinde ve memedler için çıkardıkları gürültü ırkçılığı, şovenizmi pompalamak içindir.
Birbirinden güzel insanlar kızlı, erkekli çadırdan içeri giriyorlar. Hemen kaynaşıyoruz.” Çay”, “olur” diyorlar. “Nereden”, “İstanbul, Ovacıklıyız aslen”, “İstanbul’un neresi”, Okmeydanı”, “neresi ya kimlerdensiniz”, “Dedem dededir”, “ayağı aksıyor mu”, “evet”, “ sakın Erdal abinin…”, “evet…yoksa…”, “aynen”, “hüsnü abi arabana almıştım bizi babamla pikniğe gitmiştik. Çok değişmişsin tanıyamadık”, “sizde büyümüşsünüz” Erdal abi sen çok güzel bir insandın çocuklarına nasılda yansımış. Bu güzel tesadüf sonrası, Erdal abi ile telefonda konuşuyoruz, pazartesiye diyoruz.
Ömer Köse abi arıyor, Ali Osman Köse’nin selamlarını iletiyor. Parmaklıktan içeriye bizde direnişle bezenen selamlarımızı yolluyoruz. Yurtdışından gelen misafirlerimizin sayısında belirgin bir artış var. Büyük çoğunluk duyarlı davranıp çayımızı içiyorlar. Yurt dışından ve içeriden hatırımızı soruyorlar.
Türbanlı bir ziyaretçimiz geliyor, uzun uzadıya konuşuyoruz. Samimi, sıcak sorgulamaya başlamış bir çok şeyi ama umutlu değilim diyor. Her şeye rağmen umutlu olmanın zorunluluğunu hissediyoruz dersimin dimdik dağlarına bakarak. Sessizce bizi dinleyen iki kadın misafirimiz halkın gözüyle konuşulanları dinliyor. Biri mahcup“buradan her gün geçiyorum ama gelmedim hiç ve kendimi gelmek zorunda hissettim en sonunda ne yapabiliriz, imzaysa imza eylemse eylem…” diyor.
Hava karardıkça yıldızlarda daha belirginleşiyor, bizim ‘yıldız’ımız toprağın altından Dersim’i aydınlatıyor adeta bunu hissediyoruz. Dersim gün gün doğuyor, büyüyor…
24 Temmuz 2011
ALİ YILDIZ’ın abisi HÜSNÜ YILDIZ
Tel: 0533 300 96 07
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder